BİR AVUÇ DÜNYA
Gönderen tinmaz - May 13 2014 02:21:01

BİR AVUÇ DÜNYA                       12-10-007

Yazıma ne iyi bir başlık bulmuşum,değil mi?.Bir yönden bakarsanız başka durumlara kapı açarken,argoda bol çeşitlemeli bir başlık.Dahası   düşününce de çeşitli yönlere kapı açabilecek bir  başlık.Ama ben burada bir avuç Dünya deyip geçtim.Tam geçmesem de buna layık bir yazım yapmayı düşünüyorum, İnşallah başarır,gönlümden zihnimden geçen düşünce ve fikirlerimi burada yansıtabilirim.Emelim yaşam boyunca izlenimlerimi  görüş ve fikirlerimin yansımalarını bu yazımda işlemek


Bin heves içinde ümitle baktık  aleme.Arzular  iyi bir yaşam.Niyetler  iyinin alasını yapabilmek.Bedeni buna dayanıklı olduğunu bildiğimiz  kadar da dayanıklı  olacağını da umuyoruz. Yaşamın başlangıcın da    acemilik çektiğimiz  oldu.  Sağa sola yalpaladığımız olduğu gibi şaşırdığımız  da oldu.Ama kendi bilincimiz den şaşmadık. Haddimizin  dışına taşmamaya gayret ettik. Bunu da başardığımız  oldu.


Hevesler vardı yaz yağmuru gibi.Güneş doğmadan ,Ay batmadan hep ayaktaydı bu hevesler.Bu heves bu umut  bizleri oldukça yaygın  dünya  hallerine  koymuştu.Bir türlü sonu gelmedi.Ama geleceğini,bir sonu olacağını eşkare biliyorduk da bir türlü bu heveslerden umutlarda   kendimizi kurtaramıyorduk. Sanki doğduk doğalı hep bunların  esiri olmuş gibiydik. Ve bir gün anladık ki bunlar bizim yaşamımızın gerçek anahtarı  idi.   Ve bu hayat yolunun  tek istikamet giden bir yoluymuş. İşte bu yolun başlangıcına da, insan oğlu kaderi  talihi  şans  denenleri eklemiş. Belki de bunlar da yaşam boyu onlar da, birer şemsiye birer sığınak olmuş.


Kader aslında   kişinin haline göre bir nevi uyumlu olmuş. Fakat insan oğlunun gözü yukarıda, daha fazlada olduğundan,dahası kanaatkar olmadığından kaderinin getirdiğini ömrünce hep kınamış, kaderinden hep dert yanmış durmuş.  Oysa ki insan kendi mevki ve katını hep yukarıda olmasını arzulamış. Ama işte kader dediğimiz  ta doğumdan ölene kadar  hep bizimle olmuş,hep ona yaslanıp  sanki ondan medet umar olmuşuz.  Gel velakin hiç memnun kalmamışız kendisinden.Zira gözümüz ve gönlümüz  haddimizin üstündeydi.


Hayatı rahat ummuşuz. Hayat denen bir telaşe dokuma makinesi gibiydi. Dokunan bu telaşe insanı halden hale koymaktaydı. Ama biz bunu zora ki kabul ettiğimiz halde de zaman, zaman  isyan etmekteydik.Bu da bizim güçsüzlüğümüzün bir işareti olsa gerekti.Telaşeler zamana göre tespih gibi dizi,dizi hep önümüze geliyor bizde bıkmadan üşenmeden çekip duruyorduk.Çekilen her tespih taneleri günümüzün birer günü olduğunu biliyorduk.Tespih aynı tespihti ama biz hep değişik olmasını istedik.İstedikçe de değişmesini bir türlü beceremedik.Kahın da  değiştiyse de bu kez de beğenmedik,gene sızılı kaldık.


Her çekiş kendi haline göre  geliş atı ve gidişatı oluyordu. Bizde bunlara ayak uydurmaya çalıştıkça zaman, zaman bıktığımızı bekli de yersiz  şaştığımızı görüyorduk. Sanıyorum bu telaşeyi sırtımız da cebimiz de taşıyıp,geleceğe bilinçsizce, tohumlarını ekende gene kendimizdi.Her ekilen bu telaşe  daha çok, daha kuvvetlice  önümüze   geliyordu.


Bu eziklikler içinde hep bocalamaya çalıştık,bocaladık durduk. Olduğumuz  yerden mevkiden kurtulmak için.Ama hiç bakmadık mevkiimize katımıza, haddimize. Olduğumuz bu safın neresindeydik. Belki ilerde olduğumuz halde hep kendimizi gerisinde gördüğümüzden olmalı ki,kendimizi boşu boşuna hırpaladık durduk.Bu hırpalanmalar hep ezikliklere sebep oldu.

Bu ezikliklerin ceremesi bize hep pahalıya mal oldu.Ama gözümüzün gönlümüzün hadsizliğinden dolayı  bunlara da tecelli avuntusunu ekledik.Böylece naçar kalıp,  eğmiş olduk boynumuzu.
Beklide kanaatkar olup yerimizi mevkiimizi haddimizi olduğu gibi kabul edip hayata daha emin adımlarla ilerleyip, ona gücümüz yeterince sarılsaydık, beklide şansımızın ne kadar iyi ve hoş olduğunu kabul edip,huzuru rahatı görmüş biraz da tadını çıkarmış olacaktık.

İşte bunları olduğu gibi kabullenmemiz bizim üç günlük olan ömrümüz belki de bir adım daha ileri gitmiş olacaktı.Zira insan oğlu aynasına bakarsak bunun gerçek olduğunu görürüz de kıskançlıktan çekememezlikten görmemezlikten gelir geçeriz. Tabiatıyla da bu da bizim hep zarar sayfasına işlendi  durdu.
Zarar,  kâr sayfasını tartarsak,öncelikle neyi kâr neyin zarar olduğunu iyi bilmemiz gerek.Yoksa ki kuru, kuru avuntulara kâr,belli ölçüde ki yaşama hala zarar diyorsak gene biz yanlış bir tutumdayız.Hala kâr zarar bilincine erememiş haldeyiz.  Bir ömür bitirir  gideriz, hala gözümüz gönlümüz doymamıştır. Bunun için bir ömrü hep zarar sayfasında görürüz. Oysaki belki olduğumuz bulunduğumuz mevkiinin en iyi en âlâ katındayız ama kanaatsizliğimiz den dolayı duçara oluruz.Ne kendimiz huzur buluruz nede çevremize huzur veririz. Bir ömrü vay, vay  bitirir geçeriz.


Güneş  sabahları  bir değil bin ümitle doğar insan oğlu için. Güneş bin elem keder  içinde batar akşamları. Pek bilemiyorum  ama, beklide kainatta ki tüm canlıların halleri de böyle. Fakat insan oğluna daha yakın ve halini vaktini  bildiğimiz den dolayı onların  yaşamlarını daha iyi inceleme fırsatını buluyoruz. Hani incelerken de kendimizi de zor görüyoruz. Çoğunlukta belki de işimize gelmediğinden dolayı.
Hep insan oğlu aynasına bakar dururuz da kendi hesabımızı hep ayrıcalıklı yaparız. Bu da bir ayrı kariyer olmuş oluyor demek ki.

Şu yaşam denen düz bir hat değil, düz bir ova değil.Muhakkak ki oldukça engebeli  kırıklı çıkıklı   olduğunu bilmemiz gerek. Dahası yaş haddimiz ilerledikçe farkına varır değerini  anlarız, sadece merdivenin yanlış duvar da olduğunu sanırız.  Fakat yarın gene elimizde ki hayat  merdivenini dayayacak bir duvar seçemeyiz.
Bu kararsızlık bu bilinçsizlik yıllarca yorar durur bizleri. Öyle yormalar ileri gider ki ölümü bir çare sananlarımız dahi vardır. Oysaki bu çare insana hiçbir fayda sağlamaz. Beklide düştüğü girdapta, hala dönüşünü  görür dururuz, Belki bizde aynı girdabın içindeyiz,fakat hep el girdabını görür güleriz de, kendi  halimizi   hiç önemsiz sayarız..


İnsan çırpınmaları tam bir ömür boyu sürer gider. Bu çırpınmaları şöyle bir benzetme ile açıklarsak, önceleri mazotlu bir aracın motorunu andırır. Motor ısınıncaya kadar kör topal yürür,  motor ısındıktan sonra kendini toplar ve hız alır, ardın dan da motor hırpalandıkça bu çırpınmalar başlar yavaşlamaya.  Ve son gün motor durur ve  motorda bir hayat son bulmuş olur. Ama şuna dikkat edersek o son bulan  (motorun) veya  bir ömrün  gönül ve dünya gözü açık olmasa da, dünya çöplüğüne bakmaya çalışanı olduğunu görürüz. Hani  görmezsek de  sezinleriz.


İnsan ve insanlık.Bu dünya aleminin  akıllı fikirli,canlıların içinde en üstünü en beceriklisi en iyi ve alası.Tabii bu bir insan oğlu gözüyle baktığımızda,  düşündüğümüz de  bunu yazıyoruz.Ama bu kainatın sahibi gözüyle baktığımız da hiçbir  canlının bir öteki canlını yanında bir üstünlüğünün  söz konusu olmadığını da biliyoruz. Zira bu kainatın bu alemin sahibi yüce Mevla’mızın yaratıklarından hiçbir şek şüphe olmadığını da biliyoruz  Hele, hele şu canlı  bu şekil de, bu canlı şu şekil de  deyip de Mevla’mızın yarattıkların da ayırım yapmak veya onları bir birinden  üstün  görmek oldukça büyük bir hata.  Belki de günah. Ama  cenabı Mevla bu alem de biz insan  oğlunu  kainatta ki canlılardan akıl ve fikir  yönün de  üstün bir meziyette yarattığını  hepimiz bilir ve kabul ederiz.  Ama aklımızın pek ermediği, erdiyse de tarifini tam telaffuz edemediğimizden dolayı, yarım yamalak bir tarifle  yorumlasak    bile tam olmadığının bilincin içindeyiz.


Hal böyle olunca, insan oğlu için yazımlar o kadar çeşitlemesi bol olan başka bir yaratık olduğunu sanmıyorum.
Bu gün binlerce milyonlarca yazılmış kitaplara baktığımızda her şeyin üstünde ki konuların başın da insan oğlunun  hal ve gidişatları başta gelmektedir. Zira dünya veya alemin baş rolünü oynayan biz insanoğlunun  türlü meziyetleri o kadar çok o kadar değişik ki,bunları bir hamlede bir yazım da toplamak imkansız.  Zira  bu  gün  altı milyarı aşmış bir dünya nüfusunun için de bilmem kaç bin ırk,kaç bin kavim,  bilmem kaç  çeşit!  din,  bilmem kaç bin  insan soyundan oluşması bu yazımların çoğalmasına sebep olmaktadır.


Her yöre her  mıntıka her çevre her devlet her millet  her kıta  her kara parçası  her  taraf değişik, değişik  insan tipleriyle insan halleriyle dopdolu.  Bunları incelemek, bunları yazımlar da toplamak belki de bir yazar olan bir insanın ömür  miadına  sığmaz.Ne kadar  emek eylese ne kadar uğraşsa bence buna imkan yok.Çünkü her insan oğlunun bin bir türlü hali ahvali   yolu yordamı oluyor.


İnsan ömrü bilindiğince uzun olmayan bir zaman ile belli  ve sınırlı. Bu gün tarih kayıtları, nadir olmak üzere az bir insanın yüz yaşını geçtiğini yazmaktadır. O da dünyanın çeşitli yer ve mıntıkaların da. İstatistikler hep yüz yılın altın da  göstermektedir insan  ömrünü.


Hal böyle olunca, insan oğlunun bir günlük,bir haftalık yaşam zamanını yazmaya kalksa gene de yazım tam ve tamamlayıcı  olmayacağına inanıyorum.Zira  saniyesi dakikasına,dakikası saatine,saati de saatine uymayan insan  ömrü bir değişiklik içinde geçmektedir.


Yalnız bu değişiklikler için de geçmekte olan bir insan ömrünün,başlıca değişikliğine  inmeye çalışsak acaba onun bu değişiklik  özelliklerini tam öğrenip, yerli yerince inceleme emeline nail olabilir miyiz. Belki çok sıkı bir kontrol altında olunursa, kısa bir dönem için bu tezi kabul  sayılabilir.Ama bir yazarın incelediği her hangi biri için yapacağı uğraş o insanın sadece dış dünyasıyla  ilgili yazımları olmuş olacaktır.  Bu da tam yeterli değil,İnsanın iç dünyası  sırlı kalıp ,başka  insan için,insan gene sır  kalacaktır.