BİR AVUÇ DÜNYA 12-10-007
Yazıma ne iyi bir başlık bulmuşum,değil mi?.Bir yönden bakarsanız başka durumlara kapı açarken,argoda bol çeşitlemeli bir başlık.Dahası düşününce de çeşitli yönlere kapı açabilecek bir başlık.Ama ben burada bir avuç Dünya deyip geçtim.Tam geçmesem de buna layık bir yazım yapmayı düşünüyorum, İnşallah başarır,gönlümden zihnimden geçen düşünce ve fikirlerimi burada yansıtabilirim.Emelim yaşam boyunca izlenimlerimi görüş ve fikirlerimin yansımalarını bu yazımda işlemek
Bin heves içinde ümitle baktık aleme.Arzular iyi bir yaşam.Niyetler iyinin alasını yapabilmek.Bedeni buna dayanıklı olduğunu bildiğimiz kadar da dayanıklı olacağını da umuyoruz. Yaşamın başlangıcın da acemilik çektiğimiz oldu. Sağa sola yalpaladığımız olduğu gibi şaşırdığımız da oldu.Ama kendi bilincimiz den şaşmadık. Haddimizin dışına taşmamaya gayret ettik. Bunu da başardığımız oldu.
Hevesler vardı yaz yağmuru gibi.Güneş doğmadan ,Ay batmadan hep ayaktaydı bu hevesler.Bu heves bu umut bizleri oldukça yaygın dünya hallerine koymuştu.Bir türlü sonu gelmedi.Ama geleceğini,bir sonu olacağını eşkare biliyorduk da bir türlü bu heveslerden umutlarda kendimizi kurtaramıyorduk. Sanki doğduk doğalı hep bunların esiri olmuş gibiydik. Ve bir gün anladık ki bunlar bizim yaşamımızın gerçek anahtarı idi. Ve bu hayat yolunun tek istikamet giden bir yoluymuş. İşte bu yolun başlangıcına da, insan oğlu kaderi talihi şans denenleri eklemiş. Belki de bunlar da yaşam boyu onlar da, birer şemsiye birer sığınak olmuş.
Kader aslında kişinin haline göre bir nevi uyumlu olmuş. Fakat insan oğlunun gözü yukarıda, daha fazlada olduğundan,dahası kanaatkar olmadığından kaderinin getirdiğini ömrünce hep kınamış, kaderinden hep dert yanmış durmuş. Oysa ki insan kendi mevki ve katını hep yukarıda olmasını arzulamış. Ama işte kader dediğimiz ta doğumdan ölene kadar hep bizimle olmuş,hep ona yaslanıp sanki ondan medet umar olmuşuz. Gel velakin hiç memnun kalmamışız kendisinden.Zira gözümüz ve gönlümüz haddimizin üstündeydi.
Hayatı rahat ummuşuz. Hayat denen bir telaşe dokuma makinesi gibiydi. Dokunan bu telaşe insanı halden hale koymaktaydı. Ama biz bunu zora ki kabul ettiğimiz halde de zaman, zaman isyan etmekteydik.Bu da bizim güçsüzlüğümüzün bir işareti olsa gerekti.Telaşeler zamana göre tespih gibi dizi,dizi hep önümüze geliyor bizde bıkmadan üşenmeden çekip duruyorduk.Çekilen her tespih taneleri günümüzün birer günü olduğunu biliyorduk.Tespih aynı tespihti ama biz hep değişik olmasını istedik.İstedikçe de değişmesini bir türlü beceremedik.Kahın da değiştiyse de bu kez de beğenmedik,gene sızılı kaldık.
Her çekiş kendi haline göre geliş atı ve gidişatı oluyordu. Bizde bunlara ayak uydurmaya çalıştıkça zaman, zaman bıktığımızı bekli de yersiz şaştığımızı görüyorduk. Sanıyorum bu telaşeyi sırtımız da cebimiz de taşıyıp,geleceğe bilinçsizce, tohumlarını ekende gene kendimizdi.Her ekilen bu telaşe daha çok, daha kuvvetlice önümüze geliyordu.
Bu eziklikler içinde hep bocalamaya çalıştık,bocaladık durduk. Olduğumuz yerden mevkiden kurtulmak için.Ama hiç bakmadık mevkiimize katımıza, haddimize. Olduğumuz bu safın neresindeydik. Belki ilerde olduğumuz halde hep kendimizi gerisinde gördüğümüzden olmalı ki,kendimizi boşu boşuna hırpaladık durduk.Bu hırpalanmalar hep ezikliklere sebep oldu.
Bu ezikliklerin ceremesi bize hep pahalıya mal oldu.Ama gözümüzün gönlümüzün hadsizliğinden dolayı bunlara da tecelli avuntusunu ekledik.Böylece naçar kalıp, eğmiş olduk boynumuzu.
Beklide kanaatkar olup yerimizi mevkiimizi haddimizi olduğu gibi kabul edip hayata daha emin adımlarla ilerleyip, ona gücümüz yeterince sarılsaydık, beklide şansımızın ne kadar iyi ve hoş olduğunu kabul edip,huzuru rahatı görmüş biraz da tadını çıkarmış olacaktık.
İşte bunları olduğu gibi kabullenmemiz bizim üç günlük olan ömrümüz belki de bir adım daha ileri gitmiş olacaktı.Zira insan oğlu aynasına bakarsak bunun gerçek olduğunu görürüz de kıskançlıktan çekememezlikten görmemezlikten gelir geçeriz. Tabiatıyla da bu da bizim hep zarar sayfasına işlendi durdu.
Zarar, kâr sayfasını tartarsak,öncelikle neyi kâr neyin zarar olduğunu iyi bilmemiz gerek.Yoksa ki kuru, kuru avuntulara kâr,belli ölçüde ki yaşama hala zarar diyorsak gene biz yanlış bir tutumdayız.Hala kâr zarar bilincine erememiş haldeyiz. Bir ömür bitirir gideriz, hala gözümüz gönlümüz doymamıştır. Bunun için bir ömrü hep zarar sayfasında görürüz. Oysaki belki olduğumuz bulunduğumuz mevkiinin en iyi en âlâ katındayız ama kanaatsizliğimiz den dolayı duçara oluruz.Ne kendimiz huzur buluruz nede çevremize huzur veririz. Bir ömrü vay, vay bitirir geçeriz.
Güneş sabahları bir değil bin ümitle doğar insan oğlu için. Güneş bin elem keder içinde batar akşamları. Pek bilemiyorum ama, beklide kainatta ki tüm canlıların halleri de böyle. Fakat insan oğluna daha yakın ve halini vaktini bildiğimiz den dolayı onların yaşamlarını daha iyi inceleme fırsatını buluyoruz. Hani incelerken de kendimizi de zor görüyoruz. Çoğunlukta belki de işimize gelmediğinden dolayı.
Hep insan oğlu aynasına bakar dururuz da kendi hesabımızı hep ayrıcalıklı yaparız. Bu da bir ayrı kariyer olmuş oluyor demek ki.
Şu yaşam denen düz bir hat değil, düz bir ova değil.Muhakkak ki oldukça engebeli kırıklı çıkıklı olduğunu bilmemiz gerek. Dahası yaş haddimiz ilerledikçe farkına varır değerini anlarız, sadece merdivenin yanlış duvar da olduğunu sanırız. Fakat yarın gene elimizde ki hayat merdivenini dayayacak bir duvar seçemeyiz.
Bu kararsızlık bu bilinçsizlik yıllarca yorar durur bizleri. Öyle yormalar ileri gider ki ölümü bir çare sananlarımız dahi vardır. Oysaki bu çare insana hiçbir fayda sağlamaz. Beklide düştüğü girdapta, hala dönüşünü görür dururuz, Belki bizde aynı girdabın içindeyiz,fakat hep el girdabını görür güleriz de, kendi halimizi hiç önemsiz sayarız..
İnsan çırpınmaları tam bir ömür boyu sürer gider. Bu çırpınmaları şöyle bir benzetme ile açıklarsak, önceleri mazotlu bir aracın motorunu andırır. Motor ısınıncaya kadar kör topal yürür, motor ısındıktan sonra kendini toplar ve hız alır, ardın dan da motor hırpalandıkça bu çırpınmalar başlar yavaşlamaya. Ve son gün motor durur ve motorda bir hayat son bulmuş olur. Ama şuna dikkat edersek o son bulan (motorun) veya bir ömrün gönül ve dünya gözü açık olmasa da, dünya çöplüğüne bakmaya çalışanı olduğunu görürüz. Hani görmezsek de sezinleriz.
İnsan ve insanlık.Bu dünya aleminin akıllı fikirli,canlıların içinde en üstünü en beceriklisi en iyi ve alası.Tabii bu bir insan oğlu gözüyle baktığımızda, düşündüğümüz de bunu yazıyoruz.Ama bu kainatın sahibi gözüyle baktığımız da hiçbir canlının bir öteki canlını yanında bir üstünlüğünün söz konusu olmadığını da biliyoruz. Zira bu kainatın bu alemin sahibi yüce Mevla’mızın yaratıklarından hiçbir şek şüphe olmadığını da biliyoruz Hele, hele şu canlı bu şekil de, bu canlı şu şekil de deyip de Mevla’mızın yarattıkların da ayırım yapmak veya onları bir birinden üstün görmek oldukça büyük bir hata. Belki de günah. Ama cenabı Mevla bu alem de biz insan oğlunu kainatta ki canlılardan akıl ve fikir yönün de üstün bir meziyette yarattığını hepimiz bilir ve kabul ederiz. Ama aklımızın pek ermediği, erdiyse de tarifini tam telaffuz edemediğimizden dolayı, yarım yamalak bir tarifle yorumlasak bile tam olmadığının bilincin içindeyiz.
Hal böyle olunca, insan oğlu için yazımlar o kadar çeşitlemesi bol olan başka bir yaratık olduğunu sanmıyorum.
Bu gün binlerce milyonlarca yazılmış kitaplara baktığımızda her şeyin üstünde ki konuların başın da insan oğlunun hal ve gidişatları başta gelmektedir. Zira dünya veya alemin baş rolünü oynayan biz insanoğlunun türlü meziyetleri o kadar çok o kadar değişik ki,bunları bir hamlede bir yazım da toplamak imkansız. Zira bu gün altı milyarı aşmış bir dünya nüfusunun için de bilmem kaç bin ırk,kaç bin kavim, bilmem kaç çeşit! din, bilmem kaç bin insan soyundan oluşması bu yazımların çoğalmasına sebep olmaktadır.
Her yöre her mıntıka her çevre her devlet her millet her kıta her kara parçası her taraf değişik, değişik insan tipleriyle insan halleriyle dopdolu. Bunları incelemek, bunları yazımlar da toplamak belki de bir yazar olan bir insanın ömür miadına sığmaz.Ne kadar emek eylese ne kadar uğraşsa bence buna imkan yok.Çünkü her insan oğlunun bin bir türlü hali ahvali yolu yordamı oluyor.
İnsan ömrü bilindiğince uzun olmayan bir zaman ile belli ve sınırlı. Bu gün tarih kayıtları, nadir olmak üzere az bir insanın yüz yaşını geçtiğini yazmaktadır. O da dünyanın çeşitli yer ve mıntıkaların da. İstatistikler hep yüz yılın altın da göstermektedir insan ömrünü.
Hal böyle olunca, insan oğlunun bir günlük,bir haftalık yaşam zamanını yazmaya kalksa gene de yazım tam ve tamamlayıcı olmayacağına inanıyorum.Zira saniyesi dakikasına,dakikası saatine,saati de saatine uymayan insan ömrü bir değişiklik içinde geçmektedir.
Yalnız bu değişiklikler için de geçmekte olan bir insan ömrünün,başlıca değişikliğine inmeye çalışsak acaba onun bu değişiklik özelliklerini tam öğrenip, yerli yerince inceleme emeline nail olabilir miyiz. Belki çok sıkı bir kontrol altında olunursa, kısa bir dönem için bu tezi kabul sayılabilir.Ama bir yazarın incelediği her hangi biri için yapacağı uğraş o insanın sadece dış dünyasıyla ilgili yazımları olmuş olacaktır. Bu da tam yeterli değil,İnsanın iç dünyası sırlı kalıp ,başka insan için,insan gene sır kalacaktır.